14 Şubat 2014 Cuma

yürümek üzerine

            
   bu kitaba idefix’te dolaşırken tesadüfen denk geldim. isim itibarıyla, yüce insan, rahmetli hümanist erasmus’un deliliğe övgü ve ülkemizin yetiştirdiği önemli psikologlardan gündüz vassaf’ın cehenneme övgü isimli kitaplarını hatırlatması, bende kitap hakkında güzel bir iz bıraktı. aslında satın almak hiç aklımda yokken bir arkadaşla ‘kitabına’ girdiğimiz bir iddiayı kazanmam sonucunda bu kitap elime geçti.
   yürümeye övgü, günümüzde unuttuğumuz bir şeyi hatırlatıyor bize: yürümek. arabalı, trenli, uçaklı, asansörlü, yürüyen merdivenli bu yüzyılda “ayaklarımızı kullanarak bir yerden bir yere varmak” artık miladını doldurmuş bir eylem. yıl olmuş 2014 ulan ne yürümesi. Arabamız var bizim. Yürümenin, artık yalnızca bizi bir yere gitmek için ‘destekleyen’ bir eylem haline geldiğini söylüyor Le Breton.
   bu başyapıtın belirlediği asıl yol bu değil. kitap, merkezine, zevk yürüyüşlerine çıkan aylak gezginleri konu alıyor. Thoreau, Laurie Lee, Leigh Fermor, Kazancakis, Rimbaud, Rousseau gibi önemli karakterlerden alıntılar yaparak ilerliyor. gezginlerin tek başlarına yıllar süren uzun yürüyüş yolculuklarını, bu süreçte kendilerini ve dünyayı keşfetmeleri, huzuru ve mutluluğu buldukları, yaşamı tüm derinliğiyle ‘soludukları’ anlatılıyor kitabın büyük bölümünde. bu bir amaca bağlı olmayan keyif yürüyüşleri, alternatif bir yaşamın mümkün olduğunu gösteriyor bize. yaşadığımız bu demir kafesten kurtulup özgürlük yollarına düşen insanların varlığı beni mutlu ediyor. ve cesaretlendiriyor onlar gibi bu yola yelken açmaya. Bazen tutunamayanların turgut’unu getiriyor akla, bazen yolda’daki cassady’i.
   yürüyüş yolu sürprizlerle dolu. ama bu sürprizler, kinder surprizden çıkan oyuncaklar gibi değiller. daha çok terslik şeklinde ortaya çıkıyorlar. gündüz güneşin kavurucu sıcağı, gece ise dondurucu soğukla mücadele ediyor gezginler. yeterli paran ve erzağın yoksa, açlık ve susuzluk büyük bir probleme dönüşebiliyor. hele bir de ayakkabın dandikse... mahvoldun! yürüyüşte en önemli şey sağlam bir ayakkabıdır diyor gezginler. her şeyi geçtim, rimbaud aşırı yürümekten bir bacağını kaybediyor. richard burton ve john speke bir hastalığa tutulup kör oluyorlar. düşünebiliyo musun? ben ürperiyorum. yağmur, fırtına, vahşi hayvan falan, zaten onları hiç söylemiyorum.
   le breton, her ne kadar bir yürüyüşçü rehberi hazırlamadığını söylese de, kitabı bitirdiğimde kendimi uzun bir yürüyüş yapmaya hazır hissediyordum. kitap yürümeye teşvik ediyor, ve bunda haklı. kitap boyunca yürümeye o kadar çok övgüde bulunuyor ki yazar, buna ikna olmamak elde değil.
   bir sabah erkenden, ayağınıza ayakkabınızı, sırtınıza bir miktar giyecek, yiyecek ve kitapla dolu çantanızı geçiriyor, ve yollara düşüyorsunuz sayın okur. yapayalnızsınız. her gün hesap vermek zorunda kaldığınız kişiler, yataklarında mışıl mışıl uyumaktalar. geçmişin pişmanlıklarından, geleceğin kaygılarından uzakta yol almaktasınız. çevrede sizden başka kimse yok. doğayla baş başa, kuşların ve böceklerin seslerini dinleyerek, kentlerin seslerinden uzak yürüyorsunuz... bir plan yapmak yerine evrenin akışına güveniyor, yeni doğan güneşin vücudunuzu gıdıklayan sıcaklığıyla birlikte, tüm gündelik dertlerinizi kafanızdan silmiş bir halde yol alıyorsunuz bilmediğiniz diyarlara. yaşamın özündesiniz. 2014 yılının istanbul’unda değil, takvimden bağımsız sonsuz bir zamanın herhangi bir anındasınız. homo sapiens değilsiniz, türk değilsiniz, erkek kadın hiç değil, müslüman değilsiniz, vatandaş da değilsiniz, hiçbir sıfatınız yok bir canlı olmaktan başka. yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, bir sincap gibi yaşıyorsunuz. belki bir arabayla üç saatte alacağınız yolu koca bir günde alacaksınız, ama önemli olan bir yere varmak değil, mühim olan bir yere varma yolunda ilerlerken yaşadıkların, öğrendiklerin, deneyimlediklerin, yani sonuç değil, sürecin ta kendisi... yoruluyorsunuz, hemen bir ırmağın kenarında bir ağaç buluyor ve onun altında dinleniyorsunuz. bu ırmakta vücudunuzu ve giysilerinizi yıkıyor, giysileriniz güneşte kururken yanınızda getirdiğiniz kitabı okumaya başlıyorsunuz, hiçbir dert, keder olmaksızın. geçmişin pişmanlıklarından, geleceğin kaygılarından uzak... karşınıza çıkan insanlarla şakalaşıyor, şen sohbetler ediyorsunuz. yanınızdan geçen trene el sallıyorsunuz yolcuları hiç kıskanmadan, hatta onlara sitem ederek. yağmur yağıyor, bir mağaraya saklanıyorsunuz. küçük bir köye varıyor, belki bir köylünün evine misafir oluyorsunuz o gece. kendinizi, doğayı, ve diğer insanları tanıyor, keşfediyorsunuz bu yolculukta. yaşamı keşfetme yolunda bir ibadete dönüşüyor bu yürüyüş. siz de bir hacı oluyorsunuz böylelikle... hayal etmesi kolay, ama gerçekleştirmesi cesaret isteyen bir iş. büyük bir tehlike, heyecan ve maceranın beklediği bir keşif yolculuğu, belki de ucunda sizi ölümün beklediği macellanvari bir son.
   başka bir yaşam mümkün, ama buna cesaret edecek yüreğimiz var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder