24 Mart 2014 Pazartesi

eli paketli olmayacağım derken dalı paketli olmak

  aylak adam, modern yaşamın belirlediği kural ve kalıplardan tiksinen ve uzak duran, kent sokaklarında gerçek sevgiyi arama mücadelesi veren aylak C.'nin hikayesidir. 
  o, modern yaşama uyum sağlamış, alışkanlıkların güvenli rahatlığına kendini bırakmış, 'üç odalı bir mutfaklı' evlerine her akşam elinde kesekağıdı ile dönen insanlara 'eli paketli' ismi takmıştır. tüm yaşam savaşı, bu kentte bir eli paketli olmadan gerçek sevgiyi bulup onunla ömür boyu yaşamaktan ibarettir aslında. bize 'hayal' olarak satılan güzel bir iş, bir aile, üç odalı bir mutfaklı bir ev, bir araba onun için hiçbir anlam ifade etmez, aksine bir cehennemdir böyle bir yaşam. o alışkanlık yapmasın diye bir girdiği restorana bir daha gitmeyen bir adamdır. ne ailesi, ne işi?

(belirli kalıplar içinde, sürekli birbirini tekrarlayan alışkanlıkların esiri olarak yaşamak, bizi hissizleştirir, varlığımızı ve yaşadığımızı unutturur. böyle bir hayat bizi bir makinenin mekanik bir aksamı yapar, robotlaştırır. çevremize baktığımızda, kendimiz de dahil çoğumuz bu şekilde yaşadığımızı hissetmiyor muyuz bazen? hepimiz az ya da çok birer eli paketli değil miyiz?)
  işte tam da bu noktada, C. eli paketlilere seslenir: "ne yamansınız dökme kalıplarınızla. bir şeyi onlara uydurmadan edemezsiniz" diyerek modernitenin kalıp ve kurallarını küçümser. kitapta modern yaşamın absürd kurallarına örnek bulunabilir. mesela bir takım elbiseli simit yememeliydi. ya da bir dilenci sigara içmemeliydi. takım elbiseli dediğin restoranda yerdi, dilenci dediğinin ise sigara alacak parası olmazdı. buna benzer absürd kurallardan biri de sokakta durduk yere gülen adamdı. sokağın ortasında kimse gülmemeliydi, kendi kendine gülen bir adam ancak deli olmalıydı, yok yere gülünür müydü hiç? 

orhan veli kanık
orhan veli'nin sokakta giderken isimli şiiri de bu konuyla bağlantılıdır.

Sokakta giderken, kendi kendime 
Gülümsediğimin farkına vardığım zaman 
Beni deli zannedeceklerini düşünüp 
Gülümsüyorum.

  gülmenin bir tık yukarısına da ünlü filozof diyojen'de görebiliriz. kinik filozof şehir meydanlarında toplumun kalıplarını eleştirmek için mastürbasyon çekermiş.
C.'nin romanın bir bölümünde kumsalda yatarken sevgilisi ayşe'ye söylediği sözler, toplumu ve kendini topluma karşı nasıl konumlandırdığını net bir biçimde görmemizi sağlar. iki kutup arasında kesin bir ayrım yapar. 
bütün çağların trajedisi bu, ku-ya-ra: "kumda yatma rahatlığı" a-da-ko: "ağaç dalı kompleksi". şimdi kumda yattığım için kuyara diyorum. daha da genişletilebilir. kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. düşünmeden uyuyuvermek. biteviye geçen günlerin kolaylığı. ya adako? ağaç dalındaki gövdeden ayrılma etiğimini fark ettin mi bilmem? hep öteye öteye uzar. gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. özgürlüğe susamışlıktır. buna ben "ağaç dalı kompleksi" diyorum. genç hastalığıdır. çoğunlukla kuyara dişidir. adako erkek. pek seyrek cins değiştirdikleri de olur. ağaç dalına tutulmuş kişi tedirgindir. insanların ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi, yakınları onun içindeki bu adako'yu da budarlar. onu gövdeden ayırmamak için elinden geleni yaparlar. kimi insana ne yapılsa yararı olmaz. asi daldır o. ayrılır. balta işlemez ona.
  her ne kadar kadınların çoğunu "kuyara" kategorisine koysa da -ki B. haricinde tanıdığı tüm kadınlar kuyara'dır-, yani kadınların kendisini bir eli paketli yapacağını düşünse de, yine de hayatta tek tutamağın gerçek sevgi olduğunu düşünmektedir.
dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. tutunacak bir şeyimiz olmadı mı insan yuvarlanır. tramvaylardaki tutamaklar gibi. uzanır tutunurlar. kimi zenginliğine tutunur, kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. çocuklarına tutunanlar vardır. herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. gülünçlüğünü fark etmez. kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. herkesin "veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur" demesini isterdi. daha gülünçleri de vardır. ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: gerçek sevgiyi! bir kadın. birbirimize yeteceğimiz, benimle birlikte düşünen, duyan, seven bir kadın!
  C. umudunu tümden yitirmemiştir. gerçek sevgiyi bulmak için her zaman mücadele etmeye devam edecektir. modernitenin kurallarına teslim olmadan ona karşı savaş vermeyi sürdürecektir. 

salinger
amma velakin, salinger'in franny adlı hikayesinde franny, kurallara uymayan farklı, marjinal, uçlarda yaşayan insanların da aslında modern yaşamın birer parçası olduğunu şu cümlelerle haykırır: 
- herkesin yaptığı şey, ne bileyim, yanlış değil, hatta kötü de değil, hatta aptalca da değil mutlaka. ama öylesine minik ve anlamsız ve- hüzün verici ki. ve işin en kötü tarafı da, bohem takıldığında ya da bunun gibi bir çılgınlık yaptığında, sen de herkes gibi düzene ayak uydurmuş oluyorsun, sadece biçim farkı var.
henry david thoreau
  franny'e bakarsak, belki de C. nin yaptığını 'dalı paketlilik' olarak tanımlamak mümkün. o gövdeden ayrılma tutkusuyla uzamaya çalışan bir dal, fakat çevresini sarmış olan paketi yırtıp uzayamamakta. içinde bulunduğu çemberden bir türlü dışarı çıkamamakta.  
  her şeyden çıkartılması gereken nihai sonuç: en iyisi her şeyden elimizi eteğimizi çekmek ve henry david thoreau gibi walden gölünün kıyısına bir kulübe inşa etmek. yok yok, o da bir nevi düzene ayak uydurmak. en iyisi çay demleyelim.

23 Mart 2014 Pazar

majidi ve imtihan sineması

serçelerin şarkısı
 majid majidi, çok geç keşfettiğim iran sinemasının mühim isimlerinden biri. kendine ait bir film şekli oluşturmuş, yerel bir form yaratıp evrensel insani duyguları anlatmayı başarmış, böylece dünyanın her tarafından izleyici kitlesi oluşturmuş ender yönetmenlerden.
majidi abimiz bir dava adamı. ama bu dava adamlığı yılmaz güney sinemasında göstere göstere yapılan siyasi propagandalar gibi değil. majidi, oluşturduğu film formu itibariyle müslüman ahlakına uyan, anlam dünyasının kazığını kur'an-ı kerim'e oturtmuş bir sinema ile karşımıza çıkıyor. filmlerinde çatışmanın değil imtihanın ön plana çıkması, ilahi lütuflar gibi tercihler işte bu dava adamlığı durumundan ileri geliyor.
ve böyle bir adam 1997'de çektiği cennetin çocukları filmiyle oscar'da en iyi yabancı film ödülüne aday gösteriliyor. fakat bu ödülü roberto benigni'nin hayat güzeldir filmine kaptırıyor.

cennetin çocukları
  majidi'nin en büyük özelliklerinden biri; hollywood sinemasının anahtar noktalarından biri olan 'nefes kesici', 'sürükleyici' çatışmalar kurmak, zıt karakterleri birbirine çarptırmak, karakterleri içinden çıkılamayacak yollara sokmak değil, çatışma yerine -daha minimal bir tercih olarak- imtihanı ön plana çıkarmaktır. filmlerinde karakterlerin "tevafuk" eseri sürüklendiği küçük -ama büyük dersler veren- imtihanlar, tezatlıklar ve zıtların birliği ile süsleniyor ve görüntüde zuhur ediyor. cennetin çocukları'nda yoksul bir ailenin çocukları olan iki kardeşin 'ayakkabı' ile olan imtihanını, cennetin rengi'nde bir babanın başından atmak istediği kör çocuğu izliyor. ve bunlara minik imtihanlar da film boyunca eşlik ediyor. serçelerin şarkısı'nda da aynı şekilde bir köyde yaşayan yoksul bir babanın modern şehrin bencil ve rekabetçi hayatını gördükten sonraki para ve mal düşkünlüğü ile olan imtihanına tanık oluyoruz. imtihan filmlerde bir form olarak karşımıza çıkıyor. bu hikayeler gayettabi hollywood'da da çekilebilirdi, lakin batıda majidinin film yapma şeklinde var olan imtihanın yerine çatışma baş rolü oynardı.

cennetin rengi
majidiyi majidi yapan başka bir nokta ise seçtiği konu itibariyle ajitasyon yapma fırsatı olmasına rağmen hiçbir filmine ağlamaklı bir sahne yerleştirme tercihinde bulunmayışıdır. filmin duygusal olarak yoğunlaştığı yerlerde hemen devreye mizahı ustaca devreye sokuyor majidi. tıpkı hayat gibi! majidi'nin filmlerinde de yaşamın ta kendisi gibi daima hüzün ve neşe bir arada. cennetin rengi'nde muhammed'in babasının muhammed'i ilk gördüğünde ağladığı duygusal sahne, izleyicinin ağlamasına fırsat vermeyecek kısalıkta tutulur ve hemen tezat bir biçimde öğretmenin neşeli tavrı gösterilir. aynı şekilde serçelerin şarkısı'nda babanın işitme cihazı bozulan sağır kızının duyup duymadığını test ettiği sahnede ablasına kopya veren küçük çocuğun sahneye yerleştirilmesi sahnedeki ağır kederi yok eder. 

baran
  ve elbette filmlerinin son sekanslarında gösterdiği marifet de takdire şayandır. baran'ın son sahnesinde karakterimizin sevdiği kız afganistan'a gitmek için bir kamyona binmiş, kamyon hareket etmiş, uzaklaşmıştır. artık sevdiceğinden geriye yalnızca az önce çamura basarak bıraktığı ayak izi kalmıştır. ama o da o sırada başlayan yağmurla silinip gidecektir. eh işte, allahın takdiri!
  majidi sinemayı bir sanat olarak ciddiye alan, ve güçlü filmlere imza atmış olan önemli bir yönetmen. izlenmeli, takip edilmeli.